Cuma

Açıkta kalmış kıçın günlüğü

Yürüyen merdiven. Ama trabzan mı denir bilemedim, tutunacak yerleri yok. Gittikçe yükseliyorum. Yüksekten korktuğum geliyor aklıma, başım dönüyor. Dengemi kaybedip düşmeyeyim diye oturuyorum bi basamağa ama hala sağa sola sallanmaya devam ediyorum. Yüksekteyim bi kere. Arkama bakıyorum, iki yol var. Çok yüksekteyim, başım da dönüyor ama soldakini seçiyorum ben. Yukarı çıktıkça iyi bi seçim yaptığımı hissediyorum. Sağa ayrılan merdivende garip şeyler olmaya başlıyor çünkü. Huh diyorum iyi yırttık. Çık çık da bitmedi çıkamayasıca diye düşünürken popom bişeye çarpıyor. Hah gelmişiz. Kalkıyorum ayağa. Böyle masmavi her yer. Yukarıdan bulutlar şehir gibi görünüyor. Kocaman demir parmaklıklı bir kapı var. Açıyorum. Sanki beni bekliyormuş gibi herkes, bi gürültü kopuyor, balonlar falan uçuşuyor etrafta. Çocuklar var palyaço kıyafeti giymiş. Mehtap'ın bana yaptığı korkuluk, gemi şeklinde bir bardakta bir kargayla içki içiyor. Ortada piyanist şantör gibi bir adam var. Ooo diyor "Ceren hanımlar da teşrif edebildiler sonunda." Yüzüne dikkatlice bakıyorum, Hulusi Kentmen. Sen miydin diyorum, gözlerim yaşarıyor. Piyanonun başından kalkıp yanıma geliyor. Kocamaaan bi adam. Yine takım elbiseli. Sol gözüme dokunuyor. Biliyor muydun diyorum ama sonra sorunun saçmalığını farkedip gülüyorum. O da gülüyor. Tabii ki bilecek. Elimden tutup etrafı gezdiriyor bana. Ne yapmak istersin diye soruyor. Seninle konuşmak diyorum. İşi varmış ama. "Daha birsürü insan var gelecek. Onları karşılamalıyım." diyor. Neden ölmüşüm bilmiyorum ama hiç sormuyorum. Çok bilmek istiyorum ama soramıyorum. Görebilecek miyim bi daha acaba diye düşünürken, evet diyor. "Eğer istersen görürsün burda olduğun süre boyunca." Ne aptalım diyorum, sormama gerek yok ki anlıyor zaten. Ama nasıl öldüğüme cevap vermiyor yine de.
Sen diyor, "onları görebilirsin ama onlar seni sadece rüyalarında görebilirler. Zaten sen de bunu istemez miydin hep?"
Gitmesi gerekiyor sonra. Beni tek başıma bırakıp, etrafı gezmemi söylüyor. Kalabalığın olduğu yere gidiyorum yine. İnsanlar değişmiş bu sefer. Her ölen insanı farklı kişiler karşılıyor demek ki diye düşünüyorum. Dolaşmaya devam ediyorum. Küçük bi köprünün üstündeki bankta Adile Naşit ve Münir Özkul oturuyorlar. Beni görünce gülümseyip hoşgeldin diyorlar. Adile Naşit ağlıyor bana bakıp, yüzümü okşuyor. Üzülmüş çok erken öldüğüme. Münir Özkul kolunun altına alıyor onu güçlü ol, onu da üzme der gibi. Olsun diyorum. "Ben hala seviyorken masalları, seni dinlemeye geldim. Çok küçüktüm çünkü sen gittiğinde, dinleyememiştim hiç." Masal anlatıyorlar bana, konuşuyoruz saatlerce. İki tane arkadaşım var diyorum, onlar da çok severler sizi. Biliyorlar. O konuştuğumuz günü anlatıyorlar bana. İzlemişler bizi. Arkadaşın seyrederken beni, yanındaydım diyor. Bir an önce akşam olsun da rüyasına girip her şeyi anlatayım istiyorum. Bak diyorlar," şurdaki evin verandasında kim var? Onu da görmeden girme rüyasına. Çünkü bir sonraki epey zaman alabilir."
Koşarak eve doğru gidiyorum ama fazla yaklaşmıyorum. O, elinde gitarı şarkı söylüyor. Karısı da mutfaktan ona eşlik ediyor. Keşke kaydedebilsem diye düşünüyorum. Beni görüyor sonra. Rahatsız olur mu diye düşünürken en sevdiğim şarkılarını söylemeye başlıyorlar. Hala yaklaşmıyorum yanlarına. Şarkı bittiğinde el sallıyorum. Gidip bir an önce anlatmak istiyorum. Bir kafa hareketiyle karşılık veriyor bana. Sonra o da el sallıyor. Bana değil ama bu seferki. Anladığımı gösteriyorum ve geldiğim yoldan geri dönüyorum.
Köprü yok ama bu sefer. Bir gölün yanında, kocamaaan bir çimlik alanda bir sürü adam piknik yapıyorlar. Yaklaşıyorum. Bir şey hakkında tartışıyorlar. Yüzlere dikkatlice bakıyorum. Nazım Hikmet, Peyami Safa, Aziz Nesin... Peyami Safa Zekeriya Sertel'e kızıyor. O ise şarabını yudumlayıp rahatça, kitabını savunuyor. Beni görüyorlar sonra. Sen diyor Sertel, bu kitabı ortaya çıkaracak birini bulmalısın. Tamam diyorum, var aklımda biri ama mevzuyu bilmiyorum. Anlatıyorlar. Zekeriya Sertel 'Onuncu Hariciye Koğuşu' isimli bir kitap yazmış ölmeden önce. Ama Peyami Safa'ya sormadan yayınlamak istememiş ve ölmeyi beklemiş. Hepsinin ona kızmasının nedeni de buymuş. Çünkü bu kararı alırken öldükten sonra nasıl yayınlayacağını hiç düşünmemiş. Üstelik kitap çok gizli bir yerde saklıymış. Kimsenin rüyasına da giremiyorlarmış çünkü ilk haklarını kullanmışlar. Birinin rüyasına ilk girdiklerinden bu zamana seneler geçmiş ve hala bekliyorlarmış.
"Doğru kişiyi seçmeli ve bunu bizim yerimize sen yapmalısın." diyorlar. Tamam diyorum, bir arkadaşım var benim ve bunu sizin için seve seve yapar." Kitabın nerde saklı olduğunu öğrenip koşa koşa Hulusi Kentmen'i bulmaya gidiyorum. Rüyalara nasıl gireceğimi öğrenmeliyim bir an önce.
Orda yine. Onu ilk gördüğüm yerde. Yine birilerini karşılamaya hazırlanıyor. Kalabalığın arasından geçip kapıyı görebileceğim bir yere gidiyorum. Kocaman demir kapı açılıyor ve içeri iki kişi giriyor. O iki arkadaşım onlar benim.

2 yorum:

dikkatsiz okur dedi ki...

ama ağlarım bak..

POSTACI dedi ki...

Dikkatli olaydın da ölmeyeydin =)