Salı

Başlık da bana mı başlık?

Bugün oturdum Marcus Antonius'u düşündüm. Önce neden oturarak düşündüğümü düşündüm. Ayakta düşünürsem düşünceler beynime baskı mı yapardı? Bunun dinle, peygamberle bir alakası var mıydı? Bir kaç kişiye danıştım, cevap alamadım. Sonra Kahpe Bizans geldi aklıma. Sahi, reklamcılık okumamın en büyük nedeni Cem Davran'la dangalak arkadaşıydı. (Burdan kendilerine ağız dolusu küfürlerimi yolluyorum.) Ruhsar'ı da küçükken ne izlerdim hağ.

Sonra defne yapraklarımla sahneye geri döndüm. Bir Kleopatra oldum bir Brutus. Bilemedim Antonius'u sevsem mi sevmesem mi. Bir an olayları düşünüp kendimi yakın hissettim O'na. Gerçi ben o olayda tam bir retorik hatasıydım başta. Özellikle son iki kural: "Method and Institution" Hayatımı dedim, sekiz unsurla mahvettim. Dikta mikta her neyse. Severim Caesar'ı her şeye rağmen sebepsizce.

İçinden çıkılacak olaylar değil müdürüm. Ne bileyim bana bir Cassius olsun, Iago olsun -Lady Macbeth değil ama- onlar da pek bir çekici geliyor. Uğraşamam ama ben öyle şeylerle.

Eveeet, bir depresyonun daha sonuna geldik. Yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler. Bir de şu büyümek çok zor iş hağ. Bunun bir durma yaşı falan yok mu? Bileyim de ona göre yani. Ne bu böyle emo emo?!

İlk ezberlediğim ingilizce şarkı Marc Anthony'nindi.

Cumartesi

Gözünü sevdiğimin inkar kafası

Oh yes çok pis yakalandım.

Çarşamba

Çağıl

'Çıkmak' diyor lan!

Çok kızla 'çıkmak' değil diyor olay, sevdiğin kızla 'çıkmak'. Güz gülleri gibi. Banyoya gidiyor ki görmeyelim gözlerinin dolduğunu. Efkarlanıp, aç abi bizim şarkıyı diyor. İbo bir kulunu çok sevdim o beni hiç sevmiyor diyor, bizimki uzaklara bakıyor. Üzülüyor, çok üzülüyor.
"Çok güzel be abla! Bir görsen, Shakira'ya benziyor."

Bacak kadar velet, on iki yaşındaki kardeşim çok aşık. Kıvırcık saçları varmış. Pek havalı, biraz da ciddi bir şeymiş. Pay çıkarıyorum ordan hemen kendime, iyi diyorum, ileride serçe sürüsü gibi kızlarla uğraşmayacağım. Dünyaları sikerim lan Çağıl için ama şimdilik elden bir şey gelmiyor. On iki senelik çok renkli aşk hayatının bir gün başına bir iş açacağını biliyordum da biraz erken oldu bu. Ha gerçi yuvaya giderken bi Yeşim öğretmen vardı. Çağıl üç yaşındayken evlendiler. Sonra öğrendik ki Yeşim öğretmen birazcık kaşarmış. Yuvadaki diğer çocuklarla da fingirdiyormuş. Evet, Çağıl'ın ilk olayı buydu. Diğer çocuğun kafasına oyuncak kamyonuyla vurmuştu. O zamanlar küçük olduğundan pek gurur yapmamıştı ama. Yeşim öğretmen diğer çocukların sadece sevgilisi olduğunu fakat en çok Çağıl'ı sevdiğini ve onunla evli olduğunu söyleyince, affedivermişti öğretmenini. İlkokula başlayana kadar sürdü aşkları.

Bu seferki farklı ama. Zaten hep öyle olmaz mı? Neyse, kızımızın adı Yağmur. Fakat kendisinden Shakira diye bahsetmek istiyorum çünkü biraz ileride başka bir Yağmur'la karşılaşma ihtimaliniz olabilir, emin değilim, yazının gidişatına göre bakacağız.

Bu Shakira Yağmur Çağıl'ın yanına gidiyor ve kendisine gitarla bir şeyler çalmasını istiyor, benim yapamadığımı yapıp Çağıl'ın kitap okumasını sağlıyor ve kitap değiş tokuşları yapıyorlar falan. Aynı okuldalar ve böyle bir ilişkileri var işte.

Sonra bir ara bilmem hatırlar mısınız Bahçelievler'e bir sapık dadanmıştı. Bahçelievler sapığı. Neden hatırlayasınız ki? Neyse Çağıl bir gün diyor ki Shakira'ya, bahçelievler sapığı var, seni eve ben bırakayım. Sonra olaylar şöyle gelişiyor;

Çağıl kıza ondan hoşlandığını söylüyor, kız da düşünmek istediğini. Ertesi gün okula geliyorlar ve kız Çağıl'ın çok iyi çocuk olduğunu ama arkadaş olarak sevdiğini söylüyor. Olayın bu kısmında çıkan tırnaklarım ve şeytan boynuzlarım, işin farklı da bir boyutu olduğunu öğrenince geri kaçtılar.

Çağıl Shakira'nın en yakın arkadaşıyla da 'çıkmış'.

İçimden Shakira Yağmur'a kokulu öpücüklerimi gönderirken, aynı zamanda kardeşimin derdini dinlemeye devam ediyordum.

Kız arkadaş kalmak istediğini söylerken, Çağıl arkadaşa ihtiyacı olmadığını söylüyor ve benden bir "Vay beeee" alıyor. Bunlar mesajlaşmaya devam ediyorlar ama. Her şey buraya kadar çok sıradan evet. O zaman heyecanlı kısmı geliyor.

Artık arada ne olmuş ne bitmiş bilmiyorum, Shakira Çağıl'a artık mesaj çekmemesini söylüyor. Ay yazık yuzuk demeyin, mesajlaşırlarken Çağıl'ın Yağmur diye başka bir sevgilisi var. Neyse Çağıl da diyor ki: "Neden? Ben seni sıkıyor muyum?"

Fakat sevgili kardeşimin duyguları kadar saf olmayan telekomünikasyon sektörü, bu mesajın kızın telefonunda "Neden? Ben seni sikiyor muyum?" olarak görünmesine neden oluyor. Ondan sonra gelsin olaylar. Ne diyorsun senler, aman yanlış anladınlar, bırak bu işleri ben aptal mıyımlar, larlar da larlar..

İşte neymiş, sıkışmalı tokuşmalı kelimeleri her yerde etmeyecekmişiz. Ablaya abiye her olayı anlatacak, saklamayacakmışız. İki yakın arkadaşın arasına girmeye çalışmayacakmışız.

Neyse bir okullar açılsın da, düşüneceğiz bir şeyler ne yapılabilir. Shakira diyor lan boru değil yani. Ha sonra sordum, diğer Yağmur'a noldu?

"Çok metalciydi abla, ayrıldım."

Alo aşkım kusma

Yan apartmanda oturan karşı komşumuz - evet, tam olarak yan apartman karşı komşumuz oluyor sanırım- şu an pencereden aşağı kusuyor. Bu adam telefonda sevgilisiyle de pencerede kavga ediyor. Çok merak ediyorum neden ki? Neyse yarın sabah gene cümbüş var anlaşılan aşağıda. Bir de o kusmukları kim temizliyor?

Pazartesi

Swing Parti

İçeriden -oturma odasından- çok acayip sesler geliyor. Korkuyorum da gidip bakmaya. Gitsem dönemeyeceğim, biliyorum. İşim gücüm var bir sürü. Anneme sesleneyim o zaman dedim, "Kocam Size Emanet" mi neymiş. Televizyoncular rahat durmuyor vallahi. Bomba gibi gelmişler yine. Format sanırım şu:
Alıp kapatmışlar kocaları bir eve. Bunlar karılarının istekleri doğrultusunda bir takım psikopat ruhlu insanlar tarafından eğitim görüyorlar. İşte çatal bıçak kullanma olsun, efendime söyleyeyim dans etme olsun.. Bunlar duyduklarım. Bir de olayın çok acayip bir boyutu var.
Şimdi kocalar yine alınıp konulmuş bir yere, ki bunlar yarışmanın başlarında olan olaylar oluyor tahminen. Sonra sırasıyla eşlerin sesleri geliyor. Sormuşlar, "Eşinizin neyi değişsin?" Ablam anlatıyor, bizimkiler o konuldukları yerde taşak geçiyorlar birbirleriyle. Herbiri ölümüne eğleniyor bir diğeriyle. Türlü türlü komiklikler, şakalar. Ama haberi yok ki az sonra sıra ona gelecek, unutmuş. Belki de hep aklında da rahatlamaya çalışıyor. Neyse, bilemeyiz tabi. Sadece bende "Gülüp eğleniyorsun ama birazdan seninki de başlayacak anten!" gibi düşüncelere neden oluyorlar.
Ne diyorduk, evet, kocanızın neyi değişsin? "Vallahi şekerim benimki çok bencil. Çok kıskanç. Üstelik hiç romantik değil bıdı vıdı..." Hohoğğ burada frene basıyoruz işte. Nasıl yani? Adam bencil, kıskanç? E be kadın, adamı alırken nerdeydin? Bunlar adamın karakteri. Hani yedisinde neyse yetmişinde de o olacak karakteri.
Oturdum düşündüm. Nasıl yapacaklar, nasıl değişecek bu karakter derken...
Şimdi elimizde atıyorum altı adet adam ve altı adet de kadın var. Bunlar elmalar armutlar olarak ayrılmış. Elmalar armutlardan şikayetçi. Şikayet nedeni ise sapının kısa olması. (armutun çöpüydü aslında ama neyse) Ama ordaki her armutun sapı kısa değil ki. Üstelik herkes uzun sever diye bir kaide de yok.
Dedim işte bu televizyoncular az değil. Oturtmuşlar annemgillere, teyzemlere, babaannemlere ve bilumum yaşını başını almış insana Kanal D ekranlarında gizlice swing parti izlettiriyorlar.

Be careful what you wish for


Bulun izleyin. Pek bir keyifli. "Coraline"

Pazar

Ve bir cinayet sahnesi

Kanıtlar cinayetin şu şekilde işlendiğini gösteriyordu:

Katil, bir yaz gününde saat dört civarında otobüs durağında yerini almıştı. Kurbanı olan Gregor Samsa, bu esnada evinin bulunduğu caddeye dönmek için 97T otobüsünün cam lastiklerine doğru ilerlemekteydi. Arka yan camı tercih ederdi. Böylece biraz kestirebilirdi de.

Hava terletecek kadar sıcaktı. Ama katil fazlasıyla çok olan saçlarına rağmen sıcaklamıyordu. Ne de olsa ensesi açıktı. Üstelik duş alıp çıkmıştı. Yarı gürz, yarı kol çantası biçimindeki silahını sıkıca kavramıştı. Otobüsten içeri girdi ve cebinden akbilini çıkardı. Bu yeterli değildi. Belki de hay sikiyim diye düşündü, daha geçen gün doldurmuştu. Bilemeyiz. Tüm otobüsün içinde yankılanan sinir bozucu sesi bastırmak istercesine elindeki bozuklukları muavinin avucuna boşalttı ve her zaman oturduğu yerin boş olmasının sevinciyle yürümeye başladı.

Üç dakika sonra, karşı caddeden, beyaz tişortlu bir çocuk, bugün her zamankinden çok daha fazla geç kalmış olduğu için koşar adımlarla karşıya geçerek otobüse bindi ve tüm olacaklardan habersiz, en arkanın iki önüne oturarak kulaklıklarını taktı.

Otobüs dolmaya başlıyordu. Ve her vakti gelen şeyin gideceği gibi, otobüs de vakti geldiğinde son durağı hedef alarak gitmeye başladı.

O öğleden sonra tedirgin düşlerden uyanan Gregor Samsa, devcileyin bir kızın üstünde buluverdi kendini. Yeşil tişortunun kolunda asılmış duruyor, kafasını biraz yukarı kaldırınca kızın kıvırcık olduğunu inkar ettiği "fazla dalgalı" saçlarını görüyordu.

"Buraya da nasıl geldim böyle?" diye düşündü Gregor Samsa. Hayır! Düş falan değildi. Adını taşıdığı büyük büyük dedesinin başına gelenleri babasından dinledikten sonra, insanlardan olabildiğince uzak durmaya ve saklanmaya çalışıyordu.

Bu sırada, bir yerlerde bütün bu olanları gizlice izleyen biri, Kafka'nın O'na karşı yeterince dürüst olmadığını ve "bir takım şeylerden" bahsetmediğini farketmiş, not defterine "bir takım" önemli notlar alıyordu.

Bir an önce kaçması gerektiğini düşündü Gregor Samsa. Yukarıya doğru yürüyüp saçların derinliklerine ulaşabilirdi. O'nu orada kimse farketmezdi fakat o yollar da yürüyerek aşılmazdı be anam. Aşağı doğru yürümek daha tehlikeliydi. Kız çıplak kolunda hemen hissederdi. "Önce sakin olmalıyım." dedi kendi kendine. Biraz yüksek sesle demiş olacak ki, üzerine bir gölge düştü. Kafasını yukarı kaldırdığında bir çift faşist ve nereden baksan ırkçı denilebilecek göz, bakışlarını Gregor Samsa'nın üzerine dikmişti.

"Hey!" dedi Gregor Samsa, "Bana öyle bakma! Ne var yani, siyah olmam çirkin olduğum anlamına gelmiyor seni insan!" Daha doğrusu, demeye çalıştı. Çünkü çıkan ses tiz bir viyklemeden başka bir şey gibi değildi.

O sırada katil son derece soğuk kanlı olmaya çaba harcıyordu. Etrafında çok fazla insan vardı ve kimseye bir şey belli etmemeliydi. Silahını şimdi kullanamazdı. Çünkü ne uygun bir koşul vardı ne de çok fazla dikkat çekmek istiyordu. Arkasında oturan yaşlı teyzenin, en arka koltuğun yüksek olmasından da faydalanarak, kafasını eğmiş kendisine baktığından neredeyse emindi zaten. Yaşlı kadın, huzursuzluğunu fark etmiş olmalıydı. Bu işi sessizce, eliyle halletmeliydi.

Gregor Samsa ne olduğunu anlamadan bir şey onu savurdu. Beyaz bir zemin üzerinde, bir zırh gibi sert olan sırtının üzerinde yatıyor, başını biraz kaldırınca yay biçiminde katı bölmelere ayrılıp bir kümbet yapmış kahverengi karnını görüyordu. Vücudunun kalan bölümüne oranla acınacak kadar cılız bir sürü bacakçık, ne yapacaklarını şaşırmış, gözlerinin önünde aralıksız çakıp sönüyordu. Genç ya, savrulmanın verdiği şaşkınlığı üzerinden atınca doğruluverdi hemencecik. Kız onu farketmişti. Olabildiğince çabuk davranıp saklanmalıydı. Kaçamazdı ama saklanabilirdi. Saklanmak, evet.. Kamuflaj! İyi fikirdi. Gördüğü ilk siyah yere var gücüyle tırmanmaya başladı.

Kızın arkasındaki koltuktan bütün olanları seyreden ve içine kapanık bir vatandaş olan yaşlı teyze bunların olmasına neden izin verdi? İnsan doğasının muammalarını çözün bakalım! Öylece bakmaya devam etti ve kafasını salladı.

Şarkının en sevdiği bölümünde mp3'ünün şarjı biten beyaz tişortlu çocuk sıkı bir sövdü içinden. Zaten hata edip sol tarafa oturmuştu. Bu saatte güneş, otobüsün hep sol tarafına gelirdi. Sıcaktı, hepten terleyecekti. Baksana, şimdiden ensesi kaşınmaya başlamıştı bile.

"Çok az kaldı!" dedi Gregor Samsa, "Saç köklerine ulaşmama çok az kaldı!"

Katilin planı tıkır tıkır işliyordu. Çok az kalmıştı, hissediyordu.

"Beyaz giymese miydim acaba, terleyeceğim, kötü görünecek şimdi." diye düşünen çocuk, ense kökünün aniden kaşınmasıyla boynunu ve saçlarını silkelemeye başladı. Sonra bir anda sakinleşip etrafa, kendisine bakan birinin olup olmadığını kontrol etti. Bir kaç kişi dışında fark eden olmamıştı. Utanmıştı birazcık ama ne yapsın, huylanmıştı. Of keşke güneşin dibine oturmasaydı.

Gregor Samsa'nın kaderi miydi bu? Bugün başına gelen ikinci savrulma vakasıydı. Kahretsin, yakalanacaktı. Kızdan saklanayım derken diğer insanların dikkatini çekmemeliydi. Ne güzel, tam da saçlara ulaşmıştı. Ama bir dakika! Düştüğü yer siyahtı. Galiba şansı dönüyordu. Şimdi tek yapması gereken hiç kıpırdamadan beklemek ve insanların dikkatini çekmemeye çalışmaktı.

Ve işte zaman gelmişti. Gregor, koltuğun üst kısmına düşmüş öylece duruyordu. Katilin tek yapması gereken yanındaki ve önündeki insanlar inince silahını almak ve olanca gücüyle böceğin üstüne vurmaktı. Zaten otobüs de son durağa gelmişti.

"Ohh kimse farketmedi. Birazdan herkes inecek ve kurtulacağım." dedi Gregor Samsa. Bugün yorucu bir gün olmuştu. Sadece evine gitmek istiyordu. Karısına ve çocuklarına anlatacağı çok ilginç şeyler yaşamıştı.

Kapılar açıldı. Herkes inmeye başladı. Sadece iki kişinin pek de acelesi yoktu.

Eveeet, dedi katil. "Son üç kişi. Güzel. Hadi sen de in. Ve herkes indi." Yavaşça ayağa kalktı, böceğin olduğu yeri gözüne kestirdi, çantasını kaldırdı ve tüm soğuk kanlılığıyla hedefin olduğu yere vurdu.

"Kıtırt"

Ve işte arda kalan, çantamın üstündeki bir küçük leke şimdi.

Perşembe

Napıyoruz? Napıyoruz?

Zıplıyoruz zıplıyoruz..
Tüm Balat yıkılıyor sayın seyircilerrr. İletişim fakültesinde sevinç gözyaşları. Üç sene.. Tam üç sene sonra gelen büyük zafer. O zaman, napıyoruz? Napıyoruz? Zıplıyoruz zıplıyoruz.

Ama son kez, böyle dersin ızdırabını sikiyim.
Ray ray ray ray Öznur. Ra ra ra rayy Öznur. Ra ra ra rayyy ra ra ra ra ra rayyyy. Geçmişin üstüne çekeriz bir sünger. Ama son keeeez teşekkürler Öznur.

Pazartesi

Ebe

Bir de sanırım tam anlatamayacağım ama ebe çok acayip bir şey. Biraz önce aklıma geldi, akraba falan değilmiş bu. E ama küfür de ediliyor ve gayet etkili de oluyor. Ne biliyim şimdi biri gelse bana dişçini sikiyim dese, peki derim. Ebe öyle mi ama ya? En az anne kadar etkili.
Gerçi ilkokulda hiç ebeme küfür etme lan kavgası görmedim ama. Onlar da annelerimizin terbiyesizliği.
Ben şimdi gidip tahtaya kırk kere "annelere terbiyesiz denmez." yazacağım.

NOT: Tuvalette gazete okumakla ön sevişme aynı kategorilerde yarışır.

Soru İşareti

Her şey, o sabah -yani akşam üzeri demek istiyorum- gözlerini karanlık bir odaya açmasıyla başlamıştı. Hava aydınlıktı. Sadece panjurlar kapalıydı. Aklına ilk gelen şey yine midesini bir tuhaf etmişti. Bu seferki potur putur eden mısır patlakları gibi değildi. Kelebek desen hiç değildi zaten.
Saatler geçti, hala düşünmeye devam ediyor. Acaba kağıdı dik mi kullansa, yatay mı?