Pazartesi

Uykum gelmese ikna edebilirdim

Telefon ettim bir yere, fiyat alacağım. Telefonda söyleyemiyoruz dediler. Allahalla biri duyar diye mi acaba deyip bir de mailden yana şansımı kullanayım dedim ama onu da yemedi. "Gelin, hem görmüş olursunuz." dedi. Sağolsun.

Neyse bir kaç cümlelik bir şeyler daha konuştuk, baktım ısrarla çağırıyor. Söylememekte kararlı. Teşekkür edip kapattım. Küçüklükten kalma "her çağırana gitme"den kelli, paranoyalarım da başlamıştı zaten. Neden iyilik yapsın ki, ne istiyor acaba diye işliyor bu mekanizma oğlum. Hele ki şu durumda üzerime kapıdan girer girmez ağ atıp, ayaklarımdan mı sallandırmazlardı dersiniz. Cepteki bozukluklar kolay dökülüyor tabii baş aşağı.
Yani demem o ki, ben merak etsem ya da görmek istesem zaten aramam. İnternetten gördüm yetti. Talibim. Ne diye kurcalarsın?
Ne diye? Bakalım:
Benden ne istiyor? Paramı. E tamam ben de onu öğrenmek için arıyorum zaten. Beni görünce fiyat mı değişiyor? O da mantıksız. Benim orayı görmemi çok istiyorlar desek? O hiç olmaz, en başta istedikleri param dedik zaten. Anlıyoruz ki ozaman fiyatlar çok fahiş. Ama çağırıyor ki satacağı şeye çok güveniyor. Ama o kadar param yoksa zaten ne kadar güzel olursa olsun alamam. İkna edebilirim gelince diyorsan, üzerime ağ atmaktan farkı yok bunun. Aynı zamanda görmeden anlayamayacağımı düşündüğünü düşünürüm. Bir diğeri ise, madem götüne çok güvenip o kadar para söyleyeceksin, telefonda da ikna edebilme kabiliyeti olan insanları çalıştır derim. Böylelikle ortaya ne çıktı? 1) Beni soymaya çalışıyorlar. 2) Bana aptalsın diyorlar. 3) Telefonun başındaki personel bile işini doğru düzgün yapamıyor, bi sike merhem olmaz bunlar.

Bu daha güzel, dallana budaklana anlatılırdı da uykum geldi, unuttum ne yazacağımı. Anafikri de, siz siz olun satacağınız şeyin fiyatını telefonda söylememezlik etmeyin olsun. Ya da herkes ısrarla çağırılmaz olsun. Herkes iyi düşünmeye gelmez de olabilir. Başlığı paranoyanın evreleri ve komplo teorileri tarihi olabilir misal. Bunların hepsi retoriğin konusu olabilir ya da Postacı götünden uyduruyor olabilir. Müşteri her zaman haklıdır belki ama çok da kesin konuşmamak gerekir. Yine de insan sorduğu sorunun cevabını ister. Sonra bir berber bir berbere.. Serdar Berber.

Yazarken anladım her şeyi de çaktırmadım. Adamlar aslında çok haklı çağırmakta. Çünkü ürün benim. Ben olan ben. Ben ürünüm yani. Beni görmesi önemli. Beni görmesi mühim. Vay anasını çok mantıklıymış. Neyse siz de çaktırmayın.

Radikal olsun birleşmemiz ben kan vereyim

Ve modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum. Ben sana düzenli olarak telefon ediyorum. 13 Kasım gelse de gitsek.

Pazar

Bir takım istihbaratlar

Alarmlar sussun, döneceğim.

Cumartesi

Şimdi sen gidiyorsun ya

Neden gittiğin hakkında konuşmak bile istemiyorum zaten de. Ne gerek vardı ki yani? O gün "Öylesine." demiştin. Bok öylesine! Gidiyorsun işte. Hem de bugün! Nasıl bugün olur ya? Bir kere daha görüşecektik hani? Hep kandırıyorsun sen beni.


Banane yeaa gidersen git. (-me dur yalan söyledim) Ben de çok eğlenirim işte sensiz. En güzel bir dönemim geçer. Başkalarına alırım çubuk krakerle çok kopkoyu kahveyi. Başkalarıyla sohbet ederim sabahları dersten önce. Mehtap'a da eti cinleri ben alırım işte.

Yaparım bunları. Yaparım yapmasına da, senin yerini doldurur mu hiç? Kimi görünce içimin yağları eriyecek benim? Kiminle cilveleşeyim ki ben şimdi? Kiminle "Ne demek ablacım!" diye kavga edeyim? Hiç bir isim seninki gibi işveli, uzata uzata söylenir mi? Oğlum sensiz sınıf dünyanın en bok, en sıkıcı sınıfı olacak. Ha ayrıca, dediklerimde anlaştık değil mi? Gözlerini oyarım! Çok eğlen dediysek, o kadar da demedik. Ah o sana gaz verenler var yaaa.. Neyse tüm temennim o aldığın gazlarla motoru yakman ahuha.

Öff sinir oluyorum. Neyse, daha fazla bırbır yapmayacağım. Sen öyle hemen özleme. Ben özlerim, insanlar var burda, sen yalnızsın. Ha ama dönmeye yakın çok özle. Çok çok özle. Sonrasında anlaştık zaten. İyi yolculuklar sana.

Of Serdar of!

Çarşamba

Altın günü mü yapsak?

Senelerdir tek başına eve çıkmanın hayaliyle yanıp tutuşurdu. Küçükken hayal ettiği öğrencilik hayatı bu değildi ki. Yani tamam hiç fena sayılmazdı, öyle karışanı edeni yoktu da, kendi evi olsa fena mı olurdu yani? Gerçi zibidilik peşindeydi de işte çaktırmayındı. Götüm!

Sikerim öyle artis artis anlatamam. Demem o ki işte, bir haftadır evde kimse yok. Tek başıma yaşıyorum. Al sana kocaman ev. Napıyorum? Temizlik yapıyorum. Etrafı süpürüp duruyorum, mutfak temizliyorum, çamaşır asıyorum. Önümde yemek tarifleri açık, yemek yapıyorum. Kim yiyecekse? Abartıp kek börek yapıyorum. Sonra onları gidip bizim komşulara dağıtıyorum. Onlardan aldığım iltifatlarla ve müthiş gazla, şen kahkahalar atarak eve geliyorum ve ertesi gün ne yapsam da götürsem diye düşünüyorum. Sikiyim böyle öğrenci hayatını. Bi altın günü düzenlemiyorum. O da param yok diye ha! Olsa eminim çok severim. Ahuaha çok eğlenceli lan hakkaten ben bunu bir düşüneyim. Ne farkım kaldı benim böyle bildiğin ev kadınından? Onlar Seda Sayan'a falan katılıyorlar hiç olmazsa. Yaz diye onlar da yok, izleyemiyorum. Ayrıca merak edenler için, evi yedide açıyorum. Dokuzda da uykum geliyor, yatıyorum.

O ibne komşuları da kınıyorum. Kandırıyorlar çocuğu. Sırf ertesi gün de bir şeyler götüreyim diye veriyorlar gazı veriyorlar gazı.

Aferin lan Allahım. Bir bildiğin varmış da yapmıyormuşsun. O kadar sene boşuna kafanı şişirdim. Kusura bakma olur mu?

Anne lan, sen de çabuk dön. Daha benim koşmam gerek. İstemiyorum pilav yapmak. Zaten yapamıyorum da hoho.

Salı

Ya ...

3G reklamlarında, üç kızın kol kola girip "Merraka Övgüler" başlığı altında "merak ne güzel şey, güzel şey merak" diye sokaklarda şarkılar söylemesi komik değil mi? Bence komik. Sonuçta 3G. (nokta!)

Pazar

Tam da bununla ilgili zaten

Ankara'da yaşıyoruz o zamanlar. Yani yaşım en fazla dört-beş. Derin buhranlara gark olmuşum, zira annemle babam o akşam dışarı çıkmış, beni de babaanneme bırakmışlar.

Ha o zaman da şöyle, annem öğretmen olduğu için sabah beni babaanneme bırakır, 19:00'da da gelir alırdı. Ama belli bir saatten sonra asla kendi evimden başka bir yerde, hele ki annesiz babasız kalmaz, cıngar çıkarırdım. Halbuse vuracaksın ağzına iki tane, çocuk işte.

Neyse o akşam kalmak zorundayım babaannemlerde. Televizyonun karşısında, o zamanlar bunun son olmayacağını bilmediğim ilk depresyonuma girmiş, biberonumu beklerken -evet altı yaşına kadar sütü biberonla içtim ne var?- böyle çok acayip bir filme denk geldim. Allahım terkedildiğini düşünen bir çocuğa bu yapılır mıydı? Reva mıydı bu ona? Böyle kırmızı ağırlıklı boğucu bir ortam, yaşlı kadının içinden çıkan bir adam, hele ki o üç memeli kadın!!! Hayır, porno değil daha bitirmedim. Ama öyle olsaydı daha az etkileneceğimden eminim. Neyse sonra adamın burnundan çıkan kocaman bir top, rüyalar, hafıza programları, Mars, yine o boğucu ortam, mutasyona uğramış insanlar, pörtleyen gözler, sürekli ölen insanlar...

Nerden esti bu? Az önce televizyonun karşısında uyuklarken gözlerimi açtım ve tekrar bu sahnelerle karşılaştım. Ananıskim deyip kapattım. İki nedeni var: birincisi uyku sersemi o görüntüleri görmek hiç hoş şeyler hatırlatmıyor. İkincisi ise o hatırladığım hiç hoş olmayan şeyler o kadar hoş ki, bunca yıldan sonra ikinci defa izlediğimde aynı şeyi hissetmeyeceğim.

Ha ama şöyle bir şey de var, film ne anlatıyor diye sorsalar söyleyemem. Konusu ve görüntüleri var sadece kafamda. Ama yine de izleyemem. Bunu bana yapamam.

Neyse işte, filmimizin adı “Total Recall” ya da “Gerçeğe Çağrı” İzleyip anlatın bana. Çok eskiden izleyip sevdiyseniz izlemeyin ama.










Bunlar izletilir mi lan çocuğa? Kadının dört memesi varmış bu arada.

Cumartesi

and so it begins

.. demiş adam. Sonra bir de midemde poturdayan mısır patlakları. cınım

Perşembe

Biziz onlar ne var yani?

Sinemada Harry Potter izlerken, aklına Kutsal Damacana gelip gülmeye başlayan arkadaş grubunu her türlü severim.

Salı

Darallar

Gene duramamalarım başladı, böyle böğrümü böğrümü sıkıyorlar. Dur ben bir vasiyetimi yazayım.

Pazartesi

Ben ölünce yakın demiş adama. Adam onu dinlememiş.

Prometheus ile ilgili dört efsane var imiş:


Birincisine göre, tanrıların sırlarını insanlara açtığı için Kafkasya kayalıklarına bağlanmış ve tanrılar, sürekli yenilenen ciğerini yemesi için kartallar yollamışlardı.

İkincisine göre, Prometheus, parçalayan gagaların verdiği acıyla birlikte kayalara gittikçe daha çok girmiş ve onların bir parçası olmuştur.

Üçüncüsüne göre, binlerce yıl içinde ihanet unutulmuş, tanrılar, kartallar ve kendisi bunu artık hatırlamaz olmuşlardı.

Dördüncüsüne göre, herkes bu anlamsız işten sıkılmıştır. Tanrılar sıkılmıştır, kartallar sıkılmıştır ve yara bezgin bir biçimde kapanmıştır.
Geride açıklanamaz bir kaya kütlesi kalmıştır. Gerçeğin temelinden geldiği için de, açıklanabilir bir sona dönüşmüştür.

Gerçi Atlas'a daha yazık sanırım. Sanırım ama bak.

Pazar

Akbaba

Bir akbaba ayağımı kemiriyordu. Ayakkabı ve çoraplarımı ufak parçalar haline getirmişti bile ve şimdi de ayağımı kemiriyordu. Sürekli gagalıyordu. Etrafımda huzursuzca daireler çizdi, sonra yine işe koyuldu. Bir adam yakından geçti, biraz baktı, sonra akbabayı neden kovmadığımı sordu. "Çaresizim." dedim, "bana doğru gelip saldırınca, tabii ki kendimi korumaya hatta onu boğmaya çalışacağım. Ama bu hayvanlar çok güçlü. Benim yüzüme atlamak üzereydi, ayağımı feda etmeyi yeğledim. Şimdi de parçalara ayırdı."
Kendine işkence edilmesine böyle izin vermen ilginç, dedi adam. "Bir kez ateş ettin mi, bu akbabanın sonu olur."
Öyle mi, dedim, "bunu yapar mısın?"
Zevkle, dedi adam, "silahımı almak için eve gitmeliyim. Bir yarım saat daha bekleyebilir misin?"
Emin değilim dedim ve bir an için acıyla kaskatı kesildim. Sonra, "Herneyse, deneyin." dedim.
Tamam dedi adam, "olabildiğince çabuk davranacağım."
Akbaba bu konuşmayı sakince dinliyor, gözlerini benim ve adamın üzerinde gezdiriyordu. Onun her şeyi anladığını fark ettim. Kanatlandı, güç kazanmak için uzağa uçtu ve sonra, sanki bir cirit fırlatıcısı gibi gagasını boğazıma daldırdı. Sırt üstü düşerken, kaçınılmaz bir biçimde her boşluğu dolduran, her kıyıya ulaşan kanımda boğulmakta olduğunu görerek rahatladım.
F.K.

Dışarda ağzına vurduğumun bi çocuğu ağlıyor sabah sabah

Samimi oldukça birbirine karışıyorsun ya hani bir de, işte o çok acayip. Bakıyorsun önceden aldığı kararlar, senin gelecek planların olmuş falan. Sen çoktan vazgeçmişsin, bıraktığın yerden o devam etmiş ya da. Bayrak yarışı gibi. Bu bir tanesi sadece.
Bir anlığına ona dönüşüp kendi tepkini verememek de garip. Senin benim yok. Kiminse, diğerinin yükü daha çok aslında. Sorumluluk çok sik bir şey.
Mesela film izlerim. En dramatik sahnesinde durdurur, ne olmuşsa bana olmuş gibi kendime uyarlayıp bir on dakka ağlarım. Ahuha çok saçma! Ooo neler neler. Ceren olur Bergen. En sonunda çok efsanevi bir ölüm hazırlamışken, hasiktir lan Mehtap çok üzülür, Çağıl bu yaşta bunu kaldıramaz diyip geri dönüyorum. Hayal bile kurdurtmuyorlar insana. Bela mısınız oğlum?!
Güvensizliğe çare yok da şu menopoz teyze öfkeleri nolucak acaba? Sinirlendikçe sakinleşiyorum allahtan. Neyse kanı kaynıyor gencin, büyüyünce geçer.
Hahah geçen gün bir kağıt buldum, beşinci sınıfta falanmışım. Bir şeyler olmuş herhalde evde. Bir an önce on dokuz yaşına gireyim lütfen yazıyor. Çok güldüm, sonra yazık lan dedim. Aha girdim on dokuz yaşına, üstünden de üç sene geçti. Ne sikim oldu ki? Şimdi işte büyüyünce geçer diyoruz da, e ya bir de geçmezse? Neyse ki öyle bir zaman aralığı koymuyoruz. Geçmezse, anadan babadan kalma muhteşem yargıyı yapıştırıveririz: Sen hala çocuksun.
Bir de o içerdeki çocuk folloş oldu, bir iyi oluyor bir kötü. Bir karar verin ulan, kafam karışıyor. Anlıyorum ama duyamıyorum.
Bu saatte de noluyosa? Yat işin gücün mü yok. Diyeceğim şeyi de dememişim zaten yine.

Gelsene hadi artık lan. Deli özledim.

Cumartesi

Gibi değil gibi

Duayı türkçe ediyorsun da anlıyor mu bakalım seni? Sonuçta dil, insan icadı. Biraz da kompleksli sanırım. Hep o bulsun, hep o yaratsın istiyor. Gönül koymuş. Madem kendi başınıza anlaşabiliyorsunuz birbirinizle, anlaşın amına koyim, öğrenmiyorum demiş.
Kediye köpeğe anlatır gibi anlatmak lazım sorunu. Kedi köpek derken yanlış olmasın. Onlar da sonuçta bir evlat gerçi ama toplum baskısı işte ne yaparsın. Hani gel deyince gelmez de, gözünün içine bakıp biraz da badi lenguiç kullanınca gelir ya.. Vücut dili önemli tabii. Avantaj sağlar.
Hercümerç güzelmiş dur bakayım kullanmaya çalışayım. Bütün dualar tek bir kanalda hercümerç olmuş iken, olur da aşağı bakası gelirse, hemen göze çarpar vücut dili kullanan insan. İlk namaz da böyle çıkmış ortaya zaten.
Demem o ki, yukarısı çok gürültülü. Kafa göz şişirticisinden. Farkettirmek gerek kendini. O "zamanla" dedikleri şey var ya, o O'nun anlayabilme süreci. Bırakmış tavırları. O da büyüyor en nihayetinde, çabalıyor. Kolay değil ki ne yapsın, o kadar insan.. Görev bilinci var ama bak.
Bir de kediye köpeğe anlatır gibi dedik. Sen de telepati, ben diyeyim çok istemek. Hissetmek mühim. His önemli. Kalp atacak aga!
Bir de o kadar sorumluluğu nasıl taşır ki diye düşününce bir diğer ihtimal geliyor aklıma ki, siktir et onu, hiç hoş değil.