Cuma

Bak Postacı

Ya ben bunu neden hiç anlatmadım. Evet hemen anlatmaya başlıyorum o zaman... Bizim bi postacımız var. Böyle beyaz saçlı, masmavi pörtlek gözlü, inanılmaz sevimli bi amca. Azıcık da peltek böyle.. Ben bildim bileli bizim postacımız o. Çok seviyorum ben onu. Böyle elli bin kere zile basar posta geldi diye. Çıkmaz da tee yukarı katlara kadar. Aşağı çağırır. Bize geliyo ama çünkü girişin bi üstü. İniyorum diyorum ben, dur dur tamam geldim ben diyo. Sohbet de ederiz kısacık. Annemi babamı falan da tanır, sorar her gelişinde.. Hoca hanım nasıl der (annem öğretmen). Öss sonucum geldiğinde beklemişti merak edip. Ya çok tatlı adam. Hanım kızım diyo bana =) Çikolata getirmiş. Bi sevindim... Dur dur dedim bekle. Ihlamur yapmıştım. Küçük bi de mataram var ona koyup verdim. O da sevindi, çok severmiş. Kokladı beş saat. Sonra yine her zamanki gibi acele ecele işine gitti.
Sonra düşündüm postacılık en güzel meslek. Şarkı bile yapılmış adına.

Mehtap bana böyle küçük bi ajanda hediye etti. Sorumluluk sahibiyim artık ben hıh... Gün içinde "hağğ bak şunu da yapalım" dediğim şeyleri unutuyodum. İyi artık unutmıycam. Ama şöyle bi sorun var ajandaya baktıkça canım sürekli neskafe istiyo.

Çarşamba

Napıyorum?

İtalyancayı söktüm, fransızca öğreniyorum. E malum ispanyolca anlıyorum zaten. Duymakta zorluk çekiyorum sadece.

Pazar

A ovv! Blogger da kapatılmış. O zaman yaşasın proxy!

Çarşamba

Tık

Sven



















majer:
napıyosun?
- ' şimdi reklamlar:
kuzu skiyorum =)

Ahahah arıyodum ben bu oyunu, bi baktım ygt bloguna koymuş. Teşekkürü borç bilir, oynamaya devam ederiz.

Salı

Padres vs Yankees


Ulaşmış bu fatura adresine. Hay allah çok acayip! =)

Yarın Memik bana karakter analizi yapıcak. Hem de 50 dk ile sınırlı değil. Hem de ücretsiz. Çok heyecanlı.

İnleyen Nağmeler

Benim papağanım var bi tane, adı Papi. Yaklaşık beş dakikadır şarkı söylüyo. Ama nasıl keyifli. Ah kaydedebilsem de dinleseniz! Ne söylüyo bilmiyorum ama. Anlaşılmıyo sözleri de çok da anlaşılır gibi aynı zamanda. Böyle çocuk şarkısı gibi bişey. Ahahaha bi de yüksek, yumuşak bi sesle söylüyo... Hay allah kafayı yedi gece gece! Ben güldükçe o da kahkaha atıyo bi de! Evet altıncı dakikaya girmiş bulunmaktayız hala bitmedi! =)
Dilşad bunun saçlarımı kestirmemle alakalı olabileceğini düşünürken Yiğit, "Neşelenmiş hayvan iyidir." diyor.

Pazartesi

Bir varmııııışşş, bir yokmuş... Gökten üç elma düşmüş. Biri bana, biri sana, biri de başlamadan biten tüm öykülere...

Pazar

Hani mektup yazmıştım da bi dersi ne kadar sevdiğimi anlatmıştım. Hani bi de karakter bulmam lazım demiştim. Buldum. O zaman kendisi anlatsın.

Bir ormanın içinde kendim gibi küçük bir kulübede yaşayan bir cüceyim ben. Kendimi bildim bileli ormancılıkla geçinirim. Zaman geçtikçe daha da zorlaşıyor kocaman ağaçlarla uğraşmak. Hele bir de tek başına yapınca…

Hep tek değildim tabi. Altı tane kardeşim vardı benim. Birbirinden farklı altı dost. Şu koca dünyada sahip olduğum tek şey. Didişip dururduk sürekli. Bir tek onlar çekerdi kahrımı, huysuzluklarımı. Severlerdi beni, bilirdim.

Adım Huysuz; öyle derlerdi bana. Sahi, pek huysuz, pek bir sinirliydim o zamanlar. Ne ağrıtırdım Neşeli’nin başını! Ne vardı yani her şeye mutlu olacak; herkesi sevecek? Sever miydi insan herkesi? En ufak şeye nasıl sevinebilirdi ki? Çok kavga ederdim onunla. Görmezden gelemezdim işte bu huyunu. Umursardım, gerçekten severdim çünkü onu. İsterdim ki gerçekleri görsün; kalbi kırılmasın daha sonra. Ama beni dinlemezdi. Dinlemedi de. Tıpkı o gün evimize giren yabancıyı misafir ettiklerinde diğer kardeşlerimin de yaptığı gibi.

Akşam üzeri ormandan dönüyorduk. Eve geldiğimizde kapımızın açık olduğunu gördük. Belli ki eve biri girmişti. Elimizde baltalar, içeri girdik. Amaç kötü yabancıyı korkutup kaçırmaktı. Ama ne görelim? Bir kız küçücük yataklarımızı birleştirmiş, uyuyor. Üstelik bir başkasının evinde ve izinsiz! Benim yatağımda iznim olmadan bir yabancı yatıyor! Küplere bindim! Bağırışlarıma uyanabildi nihayet. Bu ne saygısızlıktı! Derhal terk etmeliydi evi.

Ama diğerleri böyle düşünmüyordu anlaşılan. Çoktan kızın etrafına toplanmış, ilgiyle ona sorular soruyorlardı. Hele Neşeli! Pek bir sevmişe benziyordu. Hiç akıllanmayacaktı!

Sonra bizimle yaşamaya başladı. Pamuk Prenses diyorlardı ona. Tüm kardeşlerim çok sevmişti onu. Varsa yoksa Pamuk Prenses! Her gün ormandan ona bir şeyler getiriyorlardı. Daha mutluydular sanki. Çok kızıyordum onlara. Evimize öylece giren bir yabancı, bir kötülük yapmak bile isteyebilirdi. Sırf güzelliğine kanıp ona evimizi açmak, ona böylesine güvenmek… Ne büyük aptallıktı. Bunları dile getirdiğimde de hep ben haksız oluyordum. Şu masumiyete bak, kötülük yapabilir miydi hiç?

Çok garipti. Ona böylesine kötü davranmama, onunla konuşmamama rağmen bana hep çok iyi davranıyordu. Daha çok öfkeleniyor, istemiyordum benimle ilgilenmesini ama o hiç pes etmiyordu. En sevdiğim yemekleri yapıyor, süprizler hazırlıyor, benimle konuşmaya çalışıyordu. Ne yaptıysam pes etmedi.

Ve bir gün onu sevdiğimi farkettim. Yanılmış olmalıydım değil mi? Aylardır bizimle birlikte yaşıyordu. Hiç kötü bir şey gelmemişti başımıza. Üstelik evimiz onunlayken daha sıcak; biz daha mutluyduk. Bunca zaman bana hiç sesini çıkarmamıştı. Beni anlamış, mutlu etmeye çalışmıştı. Evet, o da seviyordu beni. Kardeşlerimle birbirimizi çok severdik ama bu belki de sadece kardeş olduğumuz içindi. Belki de sadece kardeş olmanın getirdiği bir zorunluluktu. Pamuk Prenses beni sevmek zorunda değildi ama beni böyle kabullenip, karşılık beklemeden sevmişti.

Bir gün Pamuk Prenses bir prense aşık oldu ve gitti. Kötü kalpli cadıdan saklanmak için gelmiş bize. Biz onu korurduk. Ama cadı onu buldu ve öldü sandık. Öyle suçlu hissetmiştim ki! Onu evde yalnız bırakmış, onu koruyamamıştık.

Sonra prens geldi ve onu öptü. Bir anda gözlerini açtı Pamuk Prens. Ölmemiş, sadece kötü bir büyüymüş. Prensle gitti. Bir daha da hiç gelmedi.

Kızdım. Çok kızdım. Üzüldüm. O kötü büyüyü bozacağından habersiz, sadece güzelliğine kapılıp kendisini öpen prensi tercih edip bizi terk etmişti. Çok bekledim belki gelir diye ama bir zaman sonra ümidi kestim. O günden sonra da hiç eskisi gibi olmadım. Anlatmadım, konuşmadım kimseyle. Kavga bile etmedim. Ölmeden bir gün önce Neşeli’yle ettiğim kavga hariç. Pamuk Prenses’i sevdiğini söylemişti. Kalbini kırdım. Ertesi gün o da terk etti beni.

Ne diyordum? Evet, adım Huysuz ama huysuzluktan eser yok içimde artık. Pişmanlık kaldı bir tek. Yaşlanıyorum galiba. Dört yıl oldu son kardeşim de gideli. Dört koca yıldır sıramı bekliyorum. Ama karar verdim beklemeyeceğim. Belki sıkılır, sobeler beni.

Cumartesi

Dedim ki Dilşad'a: "Mavi sakal Ali'ymiş."
Ahahaha bak bak yoruma gel:


mişka: o diziyi bi annem, bi de mahalle berberleri izlio
mişka:
demek bi de sen varmışsın

Önsezi güzeldir. Lafını dinleyip kendini dövmek zorunda kalsan bile sesine kulak vermek daha güzeldir. Ruh hastalığı kötüdür. O en güçlüsüdür. Yenmez ve yenilmezdir. Ama yenilmeye çalışılır. Başarılır. Sonra öyle sandığın anlaşılır. Şiir yazılır. Şarkı söylenir. Kitap okunur. Kahve içilir. Hayal kurmak gariptir ama. Başına "kurmak" fiili getirilmemelidir. Görmek uygun olabilir. Düşünmek de uygundur. Ama en iyisi etmektir. Çünkü etmek kendi başına hiç bir anlam ifade etmez. Hayale de böyle bir şey gereklidir. Tamamen bakir bi kelime. Aslında etmek sanıldığı kadar saf değildir. Yalnızdır belki. Ama o fahişenin tekidir.

Yeni adetler çıkarıyorum sanırım kendi kendime. Şimdi de şiir okuyasım var. Üstelik hiç hoşlaşmam!

O kadaaaaaaarrrrrr sıkıldım ki evde iki dışarı çıkıp insan yüzü görsem çok mutlu olucam kesin, biliyorum da....
Ulan hiç biriniz de yoksunuz ki!

Öyle acayip ki... Mesela mutsuz olduğum zamanlar oldu. Bildiğin depresyonda olduğum zamanlar oldu. Şu anda mutsuzum, depresyondayım, asabiyim, herkese çatmaya yer arıyorum evde, iyice sulugöz oldum ama...O kadar mutluyum ki!!! Mutlu olmak da değil. Böyle bişey, böyle bi durumdan hoşnut olmak gibi... Ah tam olarak bu da değil... Mesela eskiden bu durumdayken canım hiçbişey yapmak istemezdi. Şimdi iki görsem milleti inanılmaz eğlenicem. Desen ki hadi kalk giyin bişeyler yapıcaz, atlarım bu teklifin üstüne.Sorsan mutsuz musun, evet derim. Mutlu musun diye sorsalar yine evet derim. Desem ki bunlar şizofrenik nöbetlerim, mutlu olan biri, mutsuz olan bir diğeri... I ıh o da değil. Mutlu da mutsuz da aynı kişi..Aman yani diyeceğim şu ki: bütün bunalımlar böyle olsun!!!

6 Aralık 2007

6 güzel bir sayı...
Aralık güzel bir ay...
2007 güzel bir yıl...

O kadarrrr sevemiyorum ki....

Ben bunu çok yapıyorum.

Paylaşmak istedim, paylaşmam gerekti ama üzülür diye yapamadım.

İnsanların beni gıdıklamaya çalışmasından nefret ediyorum. Hayır yani çok saçma! Ben zaten kendi başıma gülebiliyorum, kahkaha atma özelliğim bile var. Yani güldürmek için gıdıklamak durumu çok saçma! Gülmüyorum, üstüne bir de rahatsız oluyorum.
Ha amaç ellemek, dokunmaksa eğer o daha da bir saçma çünkü hiç de rahatsız olmam yani dokunulmaktan! Gıdıklamaya ne gerek var. Gel, "Ben sana dokunmak istiyorum." de, sarılalım sıkı sıkı!İlla reflekslerinin duygularıyla oynayacağım diyorsan, ne biliyim dizlerimdeki reflekslere falan bak.
Evet gıdıklanıyorum ama sevmiyorum yahu, yapmayın etmeyin!

çünkü kalemimi kaybetmiştim

kalemimi bulduğumda ise kağıdım yoktu

Love me less,


love me long

Bengisu


Var ama O bile inanmıyor olduğuna!

12 Nisan Cumartesi

Off.. Dün gece o kadar geç yattım ki artık sabahtı. Oyun oynadım işte. O saatte bile, o saat dediğim 5.30, insanlar vardı. Bi tane kız var, hatun 39. levelda yahu. Neyse yardım ediyo bana falan da, aksilik bilgisayarım takılıyo sürekli. Böyle donuyo, hiçbi şey yapamıyorum.
Neyse geç yattım işte, 6 mıydı neydi.. Sabah da kurdum saati 12'ye, ki banyo yapıp 16'daki filmime yetişebileyim. O kadar uykum var, o kadar uykum var ki ama bu kadar olur! Neyse banyodan vazgeçtim, 13'e kurdum saati. Hemen çaldı alarm, nasıl geçti anlamadım bile. Anlayamam tabi çünkü uyuyorum. Ama uyurken de ne kadar zaman geçtiği anlaşılabilir gayet! Çok fazla kullandım ama yine neyse diyorum, uflaya poflaya kalktım, yüzümü yıkadım, böyle bi pis de hissediyorum kendimi iki gündür yıkanmamışım. Karnım da ağrıyo böyle aylık triplerdeyim. Ah diyorum, yatsam ama filmi de kaçıramam. Bi baktım hiiiç temiz giysim yok. Ama hiç mi olmaz? Yok işte. Pantolonu idare ederiz, de tişort? Koklaya koklaya en temizini seçtim içlerinden. O sırada da söyleniyorum:


"Bi de Mehtap birsürü tişortun var diyo! Nerde var hiç yok işte! Ama kız haklı, birsürü tişortum olmasa bu küçük dağ nasıl oluşurdu?!?! Hehehe küçük dağları ben yaratmışım demek ki!!! Annem? Ona ne demeli?! İnsan sorar kirlin var mı diye! Odama girmeyi biliyo sormadan! Girmişken şunları da bi alıver di mi be kadın!"

Seçtim işte birini, giydim, göz kalemimi sürdüm, çantamı taktım sırtıma, rafıma uzandım bileti alayım diye, ki ne göreyim?!?!?!?!?


BE KİND REWİND / TEKRAR BAŞA SARIN - 13 Nisan Pazar 16:00

- Neyin var Ceren?

- ...... Tost yedim. .......

Bizim ev o kadar soğuk olur ki burnum üşür.

Yaşlanınca ölebilir bile insan.



Yangın Duası

İKV

Heh, demiştim ya "Biraz oynayayım şu oyunu da, bakayım nasılmış, yazarım sonra bir şeyler."
OYNAMAKTAN YAZAMIYORUM!!
Yahu güzel desen değil, başka ne desem o da değil ama sardım işte, kurtulamıyorum. Sabahlara kadar tüftüf cinlerinin, farelerin, yılanların, lodos muhafızlarının peşinde koşturuyorum. Yiğit 13. levelda. Ben henüz 8'deyim. Hahaha Mehtap çok kızıyo oynuyorum diye. Uy yerim!
Neyse anlatayım azıcık o zaman, ki ne gerek varsa! İşte bi tane karakter seçiyoruz, büyücü, savaşçı ya da şifacı; oynamaya başlıyoruz. Eminönü'nde geçiyo tüm olay. Amcamlar balık pazarının içini bile yapmışlar. Osman amca bile ordaaa!!! Birileri var işte oyuncu olmayan. Onlardan görev alıyosun. İlerleyen levellarda klana falan katılıp, diğer oyuncularla savaşıyosun.
Hoş bişiy işte, hastasıyız.

İKV

Uzun zamandır hoşuma gidebilecek bir oyun arıyordum. Baktım millet deli gibi oyun oynuyor, kıskandım, dedim "Ben neden oynamayayım?". Yiğit'e söylemiştim bana oyun bul diye, bulmuş. İstanbul Kıyamet Vakti diye bir şey. Elli saatte yüklendi zaten sinir oldum. Hiç de elli saatte yüklenmedi. Tam tamına 52 dakikaydı. Neyse İstanbul'a bi şeyler olmuşmuş, ben de oyuncu seçip bişeyler yapıcakmışmışım. Biraz bakınayım da yazarım sonra.

Bıkkın

Pardon bi kişi alır mısınız...

Yalnız

Pardon bi kişi uzatır mısınız...

Happy Tree Friends




O kadar kıskanıyorum ki... Keşke ben yapsaymışım bunları!

Nur topu gibi lakabım oldu. Ne mi?
İSKENDER


Bu gün tüm bu Work and Travel işlerini halletmek için 12:45 gibi uyandım. Hatta daha uyanmamıştım ki Yiğit'i aradım. Onun da 13:30'da filmi vardı. "Alo" dedi ama belli, uyumuyor.

-Hı uyuyosundur diye düşünmüştüm, kaldırayım da şunu uyuyakalıp filmini kaçırmasın dedim ama uyanmışsın çoktan.
- Uyandım tabi. Duraktayım hatta. Sen napıyosun?
-Napıyım uyuyorum.
-Salak neden arıyosun ozaman uyuyosan?
-Uyandın mı diye arıyorum AYY!! Filmini kaçırma diye!!!
-Uyandım tabi. Hem .mına koduum madem biliyosun 13:30'da filmim var bu saatte mi uyandırılır. Ya uyuyo olsaydım?
-HAHAHA salak mısın sen? He salaksın evet de... Uyanmışsın işte.
-Sus .rospu! Kaçırdım, seyredemiycem işte senin yüzünden filmi!!!
-HAHAHA sen gerçekten gerizekalısın!


Neyse konu bu değil tabi, benim lakabım. Dedim ki buna: "Film çıkışı ara beni, şirkete gitmemiz lazım. İmzan gerekiyor artık."

Neyse ben şirkete gittim,form morm dolduruyorum ki bu aradı, bir sürü saydı gene hadi nerdesin diye. Dedim gelmene gerek yok, formları getiriyorum sana. He bi de ayağına kadar getiriyorum yani. Amaaa amaaaa.... Beğenmedi "Hay .mına" diyip kapattı.
Çıktım, matrağa doğru gidiyorum. Baktım önde bu, yürüyor. Durdu sonra bi bakkalın önünde, salak salak biyere bakıyor. Gittim yanaştım yanına sinirli tavuk gibi bakıyo, gözü dönmüş gene. "Napıyosun?" dedim, "Gazete okuyorum" dedi. Çok kızmış, çok beklemiş. Matrağa doğru yürürken "Sana ne ısmarlatsam acaba? En pahalı şeyi istiycem. 8 tane iskender, 5 tane kola istiyorum." dedi. Yine huysuz ihtiyar rolü oynarken ve bık bık söylenirken bana; altta kalırmıyım? Hemen dedim ki: "Hii bana bir iskender kadar değer vermiyorsun demek ki?!!?!"

Devamı saçmasapan zaten de, lakabımın öyküsü de budur işte.

"Zıvanadan çıkmak" sözü nerden gelmiş?

Yoksa bizim köyün delisi...

Vejeteryanlarla aşık insanlar arasında bence çok büyük bir fark yok.

Nedir kız milletinin babasına benzeyen erkek bulabilme çilesi!?!?


Babasız kız doğurucam..



Dün gece son kez saatleri bir saat ileri aldık. Bu 'son kez' kısmına çok bozuğum ama! Küçükken, her saat ayarı yaptığımızda aklıma şu soru takılırdı: Bir saat daha mı az uyuyacağız, daha mı fazla?
Daha fazla uyuyacağımı öğrendiğimde hep sevinirdim. Bu okula gitmeden önce bir saat daha fazla çizgifilm izleyeceğim anlamına gelirdi aslında. Çünkü ben alışmıştım belli bir uyku süresine zaten.
Saatlerin ileri ya da geri alındığı gecenin sonraki okul günü hep bir tuhaf gelirdi bize. Sabah ya çok karanlık olurdu uyandığımızda ya da güneş bir türlü batmak bilmezdi sanki. Horozların bile biyolojik saatleri şaşardı.
Bir de o telaş vardı. Mehtap bana sormuştu mesela "Ceren saatler bu gece mi geri alınacak yarın mı?" diye. Ya unutursak da geç kalırsak? Ya da erken gider de alay konusu olursak?
TRT'den değilse; bunlar bizim ortak hafızamızdı yahu!! Herkes yaşardı bunları! Ama şimdi son kez ileri aldık ve bitti.
Çok tepkiliyim. Çok.. Ben çocuklarım da bunları yaşasın, onlara bir saat daha mı az, daha mı çok uyuyacaklarını hesaplayayım istiyorum.

Almıyorum işte ileri mileri!!!!

- Onun hiç ağladığını gördün mü?

- Hayır görmedim ama dokundum.

Dilşad -------> Umut


Beybin --------> Kaan


Lütfü --------> Guşef

Burun deliklerini bile seviyorum

23:45'te ben


23:46'da o

01:30'da ben



01:31'de o

Uçmak bir sanattır. Hayır, sanat değil marifettir.
Tüm marifet kendini yere doğru fırlatıp, yeri ıskalamaya çalışmaktan geçer.

DNA

En yakın kız arkadaşım gözlüklerini çıkardığında duyamıyor.
HAYIR DELİ DEĞİL!


En azından o bunu iddia ediyor

Temiz para kirli iş

Şu günlerde paramı en çok neye harcadığımı düşünecek olursak; şu anda çamaşır makinasının içinde, köpüklerle taklalar atan pantolonumun cebinde unuttuğum param bir hayli ironik.

- Depresyona soktun gene beni!!!
- Ne depresyonu anam?! Depresyona sokayım, sana bi şey olmasın!!!

FLAMİNGO

Flamenkolar ne de güzel kuşlar değil mi?

Galiba beynimde hafızama ait iki odacık var. Birinde gördüklerim ve yaşadıklarım, diğerinde hayal ettiklerim kalıyor. Bu sayede hayal ve gerçekleri ayırt edebiliyorum.

Ama rüyalarımla, gerçek hayatta yaşadıklarım aynı odadalar ve barınacakları ayrı bir bölüm yok o odada.
Bu yüzden rüyamda mı görmüştüm yoksa gerçekten yaşamış mıydım...
Bazen karışıyorlar.



Ölüm garip şey ama şimdi hakkında yazmak istemiyorum.

Şunu düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum: Öldüğünde artık beni göremeyecekti. Peki beni kim görecekti?

Bir gitti bir kaldı.

Endoplazmik artikülum

Her harf, her hece, her kelime, her cümle, her söz, her ağızdan çıkan, her söylenen toplamda sadece bi ses ise çok fena halde kronik artikülasyon problemim var.

Zamanın birinde, biri mide ağrısı sorunları yaşıyormuş. Yastığında salyası, kıçında eli hiç eksik olmazmış. Hatur hutur kaşınır dururmuş. Çırpı gibiymiş bu "biri". Yer yer kilo alamazmış. Kabak çekirdeğini hiç sevmez, kokusundan bile nefret edermiş.
Tabi bu anlattıklarımın hiç biri önemli değildi! Bu "biri" sürekli bir yerlere gidermiş. Gezer de gezermiş.
Her gece rüyasında garip garip şeyler görürmüş. Üstlerinde dünya haritası olan dört tane taş gökten düşer, bu "birinin etrafını hiç çıkamayacağı şekilde çevrelerlermiş. Sonra duvarların birinin üzerinde "En az dört vakte kadar....." diye tamamlanmamış bir cümle yazarmış. "Biri" kan ter ve poposunda bir kaşıntıyla uyanırmış her gece.Gel zaman git zaman "biri"nde hemoroid sorunu baş göstermiş. Ama ciddi ciddi "baş göstermiş" yani!!! Ozamanlar doktor da yok tabi! Var da adı doktor değil, şifacı. Gitmiş şifacıya, demiş böyle böyle. "Hımmm "demiş şifacı, eğilmiş incelemiş. Sonra teşhisi koymuş: "Sende bağırsak kurdu var. Üstelik basur olmuşsun sen! Çok mu acılı baharatlı yedin bakalım?". Neyse bu "biri" gitmiş üzgün üzgün, en yakın arkadaşına bu sorununu anlatmış. Arkadaşı şaşkın "Aaaa götünde kurt mu vaaaar!?!?!" diye bağırmış. Yoldan geçen, daha önceki yazıların birinde bahsettiğim köyün delisi bunu duymuş, zaten o sıralarda da gelecekte "atasözleri ve deyimler klavuzu" olarak anılacak kitabı yazmakla meşgul imiş. "Hemen yazmalıyım bunu kitaba!!" demiş. Sonra düşünmüş neden öyle demiş olabilir, neden öyle demiş olabilir... Bulmuş!! Çünkü o "biri" çok geziyormuş. Demek ki bundan sonra çok gezen, yerinde duramayan insanlara böyle denecekmiş.

Not: Hı zavallım bu sorununu çözdükten sonra da Gustavus Hindman Miller'ın büyük büyük büyük dedesine gidip, gördüğü rüyaları yorumlatmış. Tabirlerinin izinden gidip ileride üniversite denilecek yere turizm bölümü açtırmaya karar vermiş.
Ruhu şad olsun

Bana kazandırdığı tek şey güzel bir şarkıydı ve şimdi onu uğurluyoruz...

Papi

Arkadaşlarıma laf atan bir papağanım var. İşin komiği ben de içlerinden birine laf atıcak olsam Pınar'ı seçerdim.

82 = 8 + 2 = 10 = 1 + 0 = 1

1 başladı, 3 oldu. Sonra 7 oldu.
2'si gitti 5 oldu. 6 eklendi 11 oldu ama aslında bana göre 8 oldu.
1 daha eklendi ama bana göre hala 8'di. Ne olduysa oldu, bir ara 5 oldu.
Arttı, çoğaldı, kastı, eh hadi 7 oldu.
6 oldu,
5 oldu.
En sonunda 3 oldu.
3'ü birleşti tek oldu.

WANTED

ARANIYOR

Bir köyün delisinin biri oturmuş, düşünmüş düşünmüş yazmış. Ne desem, ne desem.. Kız evi naz evi demiş. Sonra da "e ama fazla naz da aşık usandırır" demiş. Gülmeyeceksin komşuna diye düşünmüş ama tutmuş "ev alma komşu al" demiş. Yazmış da yazmış bi şeyler. Sonra köy halkı görmüş bu defteri, en mantıklı kararı verip bu saçma sapan şeyi gömmüşler. Kesin deliyi de taşlamışlardır zaten. Neyse bilmem kaç yüz yıl sonra amcamın biri kazmış bulmuş, ki o sırada altın arıyormuş. Demiş önemli bir şey olsa gerek bu. Sonra da atasözü demişler işte. Zaten o defteri yakmamak hataydı.

Yemek sepetinden pizza sipariş etmek istiyorum ama hava o kadar soğuk ki, pizzayı getirecek adama acıdığımdan bunu yapamıyorum.

Bir kıl kadar alıngan ve bir tartı kadar hassas...

Ev cilik cılık culuk

Bir haftadır evcilik oynuyoruz. Güzelmiş böyle hayat.
O zaman duyuru yapalım: İstediğin kadar kalabilirsin anne!



Tek sorun bir haftadır hiç dışarı çıkmamış olmam. Nedenleri araştırılmaya devam ediyor.

Geçen hafta Yiğit'le Memet Beyrut'a gittiler, ki hala ordalar. Neyse bu başka bi konu.

Anlatacağım; annem, babam ve benim aramda geçen bi konuşma. Yiğit'e yaklaşık bir ay önce bi şey yapması için cep telefonumun bağlantı kablosunu vermiştim. Lübnan'a gitmeden önce de sırt çantamla fotoğraf makinamı verdim. Heh şimdi anlatmaya başlayabilirim.
Bir kaç gün önce annem Samsun'a gidicek. Benden geniş bi çanta istedi. "Vereyim bi tane ama bu fazla geniş değil. Yiğit'te benimki" dedim. Akşam babam telefonumun bağlantı kablosunu istedi. Kardeşimin telefonunun bi şeylerine lazımmış. "Yiğit'te o." dedim. Sonra salonda oturuyoruz hep beraber...

A---> annem
B---> babam
Ben---> ben


A : Mutlu bana fotoğraf makinanı verebilir misin yarın için? Bık bık bik bik çekmem lazım.

Ben : Aaa fotoğraf makinam Yiğit'te anne.

B : (garip garip bakar) E kızı da verelim bi Yiğit'e!!!


Ertesi gün akşam annem çamaşır asıyor. Kardeşim seslendi içerden:

"Anneee kepçe nerdeeeee??"

"Yiğit'te oğlum."



I won’t bind my strings to you
But build my world besides you
Watching you draw a line
Some say you are, you are
Just like a butterfly
Whose broken wings will spread
To softly feel your mood
Over the blue sky full of you
Pink love, pink love, pink love
Just like a fairytale
My only reason naturally
Starts to get to me Pushing my way through
Mesh of life
I want to kiss the sickness of mind
My heart without reason
Sunken to deep disappointment
Spreads over universe
With a knife
I want to bleed out distress like this
It’s not just a fairytale
It's painted by me
It’s not just loneliness between you and I
If on magic mountain you find
you can breath Then stay and don’t look back
To the blue woven sky
Storms of petals are pouring down
Pushing their way through our pink love
So many polka dots painted by me
Spreads over universe for you
And I, I want to kiss Pink love, pink love
I want to kiss Pink love, pink love
In my mind I state myself
The clock is ticking without you
Some may say illness
So called so called love
The sickness of mind

Öyle zamanlar tehlikelidir şemsettin. Ya gel cebime saklan, ya bırak şapkana saklanayım. Kim vurduya gider insan. Fırsat yok ki kendimi savunup aklanayım! Bir ara sen de biliyorum kedilerden korkuyordun, çünkü kendini işkembe zannediyordun. Böyle bir şey ben de atlattım, iskemle sandım kendimi bir süre, üzerime oturacaklar diye korkulardaydım. Ama sonra yırttım Şemsettin. Kendime telkinler yaptım; sen iskemle değilsin diye diye inandırdım kendimi. Sana hak vermiyor değilim ama Şemsettin zaman kötü! Aslında ne sen ne ben ikimiz de deli falan değiliz. Herkes oynatmış, sadece sen ve ben normaliz ama Şemsettin laf aramızda... Laf aramızda, laf aramızda... Şemsettin laf aramızda kaldı çıkamıyor, kendini ifade edemiyor bir türlü ama çok dikkatli olalım şemsettin. Sen de fark ettin, zaman kötü en iyisi biz işi deliliğe vuralım... Sen kedilerden kork işkembesin diye; ben insanlardan korkayım iskemleyim diye ve iskemle üzerinde işkembe, çarşamba, perşembe... Gün say şemsettin gün say çünkü nasıl olsa bir gün gelip bizi alacaklar. Bu işten yırtmak için saat numarası yapalım. Sen yelkovan ol, ben yengeç, soranlara tek cevap verelim.. Vakit çok geç, vakit çok geç,vakit çok geç....
Şemsettin geldiler!!!

Sevgi böyle bir şey

Birazdan okuyacaklarınız çok iyi bir
dostluk
örneğidir.



' - şimdi reklamlar:
ben uzun zamandır görmediğim birini görünce seni özlüyorum. neden ki ne garip =) =) =)
- ygt - op!:
orospu nerdesin saatlerdir seni bekliyorum ödev yapıcaksın daha

Aklıma Bi şey Takıldı


O yüzden uyuyamıyorum.
Acaba kaç
kuzu
daha atlayacak bu çitten?

Her şey mutfağa girmemle başladı. Masanın üstünde kocamaaaaan bi meyve tabağı duruyordu. İçlerinden birini seçtim. Turuncu, büyük olanı. Tam çekmeceyi açıp bi bıçak alacaktım ki elimdeki portakala bi daha baktım. Ne sevimliydi o öyle! Bir kaç bıçak darbesinden sonra onu bu hale getirdim.



Ve şu anda onu yiyorum! Kendi yarattığım şeyi yiyorum! Keserken vicdan azabı duymama rağmen yapmaya devam ettim. Üstelik önce suratından başladım soymaya ve bunu yaparken içimden kötü kadın kahkahaları atıyordum!

Demek ki ben asla iyi bi anne olamam! Kendi çocuğumu yerim ben! Zaten annem derdi ki: "Sana köpek alırdık, çok severdin ama hiç ilgilenmezdin. Her şeyini ben yapardım." Evet, haklı kadın.

İlk kendi aldığım kedimi iki hafta sonra evdeki papağanımız alışamadı diye evlatlık verdim. Yani bir şeylere tercih etme de var bende bak bak sen! Sonra başka bi kedim oldu. Şimdi o da yok. Dedesi bi yere götürdü, hala bulunamadı.

Annem hep derdi zaten babası kılıklı diye.



Ben bilmem, Beyin bilir.

Q+^%'

!+^&'%/