Cuma

Kadın

Bence tek suçum "Çağıl varken neden ben gidiyorum?" demekti. E haklıydım ama. Ben sıramı çoktan savmıştım. Evin ayak işlerine bakma sırası kardeşimdeydi artık.
Annem elime para sıkıştırmış, düşürme sakın diye tembih etmiş, kasap Ahmet amcadan iki adet yarımşar kilo kıyma isteyemeyeceğim ihtimalini vermiş ve küçük beyaz bir kağıda iki adet yarımşar kiloluk kıyma resmi çizip, altına 'eşittir 1 kg' yazmak suretiyle okumasını yapmıştı bu sanat eserinin: "Müşteri, kasaptan toplamı 1 kg eden kıymayı iki eşit parçaya bölmesini ve bu iki eşit parçayı iki farklı kağıda sarmasını istiyor."

Kağıda bakarken bir yandan kıymanın, Dilşad'ın yazmam için ödev olarak verdiği "kadın" bedeninin metaforu olup olamayacağını düşünürken, diğer yandan da çizim yeteneğimi annemden almış olmalıyım diye düşünüyordum. Annem kadınlardan ne istesindi ki? Zaten kıymanın da kıyma olduğunu yanından çıkarılmış okların bizi 'kıyma' yazısına yönlendirmesi sayesinde anlayabiliyorduk. Sonra şunu düşünürken buldum kendimi: "Acaba annem kadını et parçası olarak görme, kıyma ona mı demek istemişti?" Annem, babam hakkında bir mesaj veriyor olabilir miydi?

Babamın yirmi iki senelik evladı olarak hala ne iş yaptığını tam olarak bilmiyor oluşum, beni babam hakkında işkillendirmedi değil bu konuda. Sonra hemen geçti. Babam öyle şey yapmazdı. O benim yirmi iki senelik babam; annemin ise yirmi bir senelik kocasıydı. O'nu ilk ben bulmasam bile, ilk benim resmi bir şeyim olmuştu. En çok benim sayılırdı. Kapı gibi imza vardı ortada.

Annemi evde Elektra kompleksimle baş başa bırakıp kapıyı kapattım ve mahallemizin on beş senelik kasabını hedef belirleyerek apartmanımızın merdivenlerinden inmeye başladım. Lakin annem bana dikensiz gül bahçesi vaad etmemişti ki.

Annemle yarımşar kilo iki kıyma tartışmamızı kapımızın önünden geçerken duyan sevgili apartman görevlimiz Abuzer amca, çoktan saçını başını düzeltmiş, bahçemizden bir avuç kiraz toplamış, apartman kapısını açarak hazır etmiş beni bekliyordu. Abuzer amca olmanın verdiği vasıfla bana nereye gittiğimi sordu. Kasaba gittiğimi söyledim. Kendisinin gidebileceğini söyledi. Kendim gidebileceğimi söyledim, ki zaten elime tutuşturulan kıyma resimli beyaz kağıt yeterince canımı sıkmış ve yetersiz hissettirmişti. Okul olup olmadığını sordu. Olmadığını söyledim. Nedenini sordu. Finaller dedim.
Sonra avucunu açtı ve bana yedi adet küçük kiraz uzattı. Her kiraz gördüğümde kafama takılan büyük soruyla cebelleşirken başıma neler geleceğini biliyor ama aynı zamanda kibar olmaya çalışıyordum. Dayanamadım ve sordum o soruyu "Kurt yoktur di mi bunların içinde?" Abuzer amcanın 'ilahi kız sen de..' diyen Şabanvari gülüşü eşliğinde bir kiraz alıyordum ki tuttu ve iki yanağımdan öptü. Off biliyordum işte. O yedi kirazdan şehvet olanı seçmiş olmalıydım. Bunun yanına bir de öfke gider deyip bir kiraz daha aldım ve apartmanın kapısından iyi günler dileyerek çıktım.

Yolda acaba diğer kirazları seçseydim neler olabileceği hakkında kısa senaryolar yazarken kafamda, aynı zamanda kadın konusunu düşünmeye devam ediyordum. Sahi Kenan Doğulu'nun müziği de bu kadınlar sayesinde değişim geçirmemiş miydi? Aslında bunu farketmediğimi itiraf edeyim. Dilşad'ın yazmamı söylediği ikinci şey buydu. Kasaba doğru yolculuğum gayet güzel ve sorunsuz geçiyordu. Neredeyse on adımım kalmıştı. On adım sonra o rengarenk ip perdeden içeri girecektim. Çok yaklaşmıştım. Dört adım kalmıştı. İçimden evet evet diye çığlıklar atıyordum. Bir adım daha ve bir adım daha derken bir ses "Bana mı dedin?" Kafamı sağa doğru çevirdiğimde sesin kaynağının bana bakan gayet de normal tipli bir adam olduğunu gördüm. Ben o çığlıkları içimden atıyorum zannederken yanılmış mıydım? Yol boyunca kafamdan geçirdiğim şeylerin hepsini aslında sesli bir şekilde dile getirmiştim. Kendi kendine konuşan bir deliydim yani. Allahım nolur kıyafetlerim de bir yanılsama olmasındı. Sokağa çıplak çıkmış olamazdım. Bu tip korkulara uzun bir süreden sonra ilk defa dışarı çıktığımda kapılırdım. Tamam, bazen de tuvalette "ya şu anda tuvalette olduğumu sanıyorsam ama aslında sınıftaysam ve resmen sıraya işiyorsam?" diye korkmuşumdur. Peki peki, tamam. Bunu küçüklüğümden beri yalnız olduğumda sık sık düşünürüm. Ne var yani? Dalga geçmesenize. Baş edebildiğim sürece sorun değildir.

Kadın konusu çoktan kafamdan silinmişti. Sikerdim kirazını da yedi günahını da. Bu adam kimdi? Asıl soru nasıl duymuştu beni? Yoksa...
Ananıskim elaleme Joe Black gelir, bize düşene bak.

"Efendim?" diyebildim.
"Bana mı dedin?" dedi.
Bir şey demiş miydim ki? Mına koyim emin de olamıyordum ki konuştum mu konuşmadım mı. Noluyo lan!
"Hayır" dedim, "Size bir şey söylemedim."
"Bana mı dedin?"

Fiyuu... Adamdı deli olan evet. Rahatlamıştım. Ama nasıl ya? Duymuş muydu ki hakikaten? Deli demek bu mu demekti?

Kasap Ahmet amcama selam verdim, halini hatrını sordum ve beyaz kağıdı arkamda saklayarak siparişimi verdim. "Sen otur, hemen hazırlıyorum." dedi. Oturdum. Şimdi kafamı kadınlara verebilirdim. Derken Ahmet amcanın çırağı çocuk kapıdan içeri girdi ve tavukların geldiğiyle ilgili bir şeyler söyledi. Hepsini dinlemedim zira cümledeki tek bir kelime yetmişti her şeyi anlamama. Tavuklar gelmişti!

Oturduğum yerden kalktım, kendisini kınarcasına bir bakış atarak parasını uzattım Ahmet amcaya ve küfredercesine bir iyi günler dileyerek evimin yolunu tuttum. Yolda ne o deli adamla ne de Abuzer amcayla karşılaştım. Azap kapısı açılmıştı. Merdivenleri üçer beşer tırmanarak eve girdim.
Ve burnuma çarpan o kokuyla birlikte annemin sesi.
"Çağıl köfte yemem tavuk yap dedi, tavuk kızarttım."

12 yorum:

Fulya Bozoğlu dedi ki...

mahallenize çok özendim.
deli bir amca
ve abuzer amca özellikle.

deliyi anlattığın yerde hasta halimle yerlere yattım.daha çok hasta olursam sorarım ):

POSTACI dedi ki...

Karaokeler yapıp, hoplayıp zıplayıp, terli terli soğuk biralar içmeyiniz. Abuzer amca gelir yoksa hıııığğ...

=) geçmişler ola.

kezban paris'te dedi ki...

bunların mahallesinde bi olay yok. ben gittim, inceledim. ev var sadece. ona da girince çıkamıyorsun. kalın kırmızı perdeler sıkı sıkı kapalı. ailecek havuçları kanıyor bunların. bir yanda piramit, bir yanda apşeypır, bir yanda kuran ve cigaralık...
ikinci kat var bide. ama kayıp o. karıya kıza bakıp, yorumlarla çirkinleşen papağan olayına değinmiyorum. poşet yağmurluklarla sevişen ayşegül ve ceren var.
o evin olayı bambaşka. mahallede bi olay yok anacım. olay cerenin kafasında.

POSTACI dedi ki...

O poşet yağmurluklar hala durur başucumda. Ama seviştiğimizden değil, sürtüşme etkisiyle elektrik üretmek istememdendi. Vallahi bak, kanıtı da var. Şahitsin. Sizin evdeki tabu gecesi.Gerçi ikisi de aynı şey.

Bir de kalın kırmızı perde yiğitinki. Bizim panjurlar var. Ama doğru, hepsi kurgu.

Aylin Balboa dedi ki...

Havuçlarım kanıyor esprisini yine araya sıkışıran ve yine ekmeğini yiyen Kezban'a kokulu öpücüklerimi gönderirken Ceren'e de bu yazıyı çok sevdiğimi söylemeden geçmek istemedim.

İcabında insan gibi de yorum yazarız yani!!

POSTACI dedi ki...

Sorma Dantel, biz de bezdik vallahi. Şebnem Ferah'la çıktı bu ortaya. O gün bugündür prim yapıyor. Bizi dinlemiyor, belki seni dinler he? Bi söylesen şuna? Teşekkür ederim ayrıca. Kralsın!

Ben şimdi kaçıyorum. Zira birazdan Kezban'ın gazabı yağacak üstüme üstüme.
Korkuyorum Dantel. Dantel? Da...

Aylin Balboa dedi ki...

Sakın uyuma! Sakın uyuma!! Böyle kanın çekilir gibi olursa hemen tokatla kendini. Hiç olmadı Kezban'ı tokatla. Ağzını burnunu kır. Havuçlarını kanat onun! Sonra da Entel deyzemin sana selamı var de. O anlayacaktır.

kezban paris'te dedi ki...

siz kimi tokatladığınızı sanıyorsunuz?
dağılın ulan!

Selamon dedi ki...

Bir kasaba gidip gelme hikayesi anca bu kadar güzel anlatabilir, ellerinize sağlık efendim. Zira bu akşam şahane bloglar buluyorum, oh o kadar mesudumki Cenifır. Güzel şeyler hep bunlar.

Bana mı dedin kısmındaki referansı, altta yutup videosunu koymasan kaçıracakmışım bak. Oysa izlediğimde nasıl da hastası olmuştum Polis filminin. Bence herkes iki posta izlemeli. Sonrasında istediği zaman tekrar izlemeli. Yönetmenin diğer işi vasat çıkınca üzmüştü gerçi ya, neyse.

Abuzer Amca'ya selamlar diyor ve bize de bekliyoruz efendim. Toplaşıp gelin, zira güzelmiş civarınızın ve sizin blog kafaları.

POSTACI dedi ki...

Senin mutluluğun beni de mesut eder Kevın. Pek çok teşekkürler ederim.
Çocuk'tan mı bahsediyorsun? Boşver boşver onu. Yönetmenin kendisi de memnun değilmiş ondan. Zira Güneşin Oğlu Onur Ünlü'nün ikinci filmidir diye geçiyor. Onu izle. Ben sevmiştim pek çok.
Abuzer amca dersen, kendisiyle görüşmeme kararı aldım. Lakin neden olmasın, müsait olduğunuzda gelmek isteriz.

ersn dedi ki...

ceren harikalar diyarında..

POSTACI dedi ki...

=)
kıps kıps