Cuma

Aklınızda bulunsun.

Bir yerden sonra çekilmez oluyor ya hani soruları. Hayır, severim, ilgilenirim de ama aynı şeye elli defa "bu ne?" denmez ki. Çocuklardan bahsediyorum.
Çözdüm bütün mantığını. Şimdi çıksınlar bakalım karşıma. Şudur:
Misal, soruyor yine "bu ne?". "Kalem."
-Peki bu ne?
- O da kalem.
Bızzt orda kopuyor işte kayışlar. Sen "hay allah, ilki kalemse diğerinin de kalem olduğunu anlayamıyor mu yani gerçekten? Bu mu demek yani çocuk?" diye düşünürken O, "Nasıl lan? İlki kalemdi, öbürsü nasıl kalem oluyor? Salak herhalde." diye düşünüyor. Sonra bizi denemek için defalarca soruyor. Karşılıklı salak muamelesi çekiliyor.
Şimdi şöyle, çocuğumuzun adı Ali olsun. Ben Ceren'im. Diğeri Ahmet, Osman.. Çocuk bunların hepsinden birer tane tanıyor biliyor. Beni Ceren olarak biliyor bir tane. Diğeri olsa olsa Osman olur. Başka da olur gerçi ama Ceren olamaz. Çocuk işte, minik, ufak. E az önce gösterdiğim kalemdi. Onun adı kalem. Tanıdı, bildi. Diğeri nasıl kalem oluyor? Diğeri kalemse, ilki neydi?
Vallahi denedim, oldu. Ha yalan söyledim, yanlış tanıttım ama çocuk zaten, unutur. Hem alışsın erkenden. Bir yerden sonra kalemleri saklamak zorunda kaldım ama hiç başa dönmedik. Bu iyi bir şey. Deneyin.

6 yorum:

Aylin Balboa dedi ki...

Ya Osman ismini öyle her yerde şeyetmesek. Enişteniz bozuluyor genjler.

POSTACI dedi ki...

Benim de yazarken aklıma gelmedi değil de, biraz oynaş yaptım sana =) Ha ama olmasın diyorsan siler, istediğin ismi yazarım. Yok lan yapmam. Ne yapıcam. =)
Osman diye bebeğim vardı küçükken, gözü çıkık.

Arturo dedi ki...

Benimde kuzenim var 3 yaşında. Fotoğraflara bakarken herkese "bu kim?" diye soruyor. Kendisine bakınca da "bu kim?" diye soruyor. Hiç bir şey anlamadım.

POSTACI dedi ki...

Huğm o biraz daha karışık bir konuymuş. Düşüneyim.

Düşündüm. Yine aynı mantık. Bir şeylerden iki tane olmasını idrak edemiyorlar bence. Çözüm olarak karşısına üçüz kardeşler götür. Hoho yapma! Kafayı yer.

Adsız dedi ki...

[NOT: Eva’nın “mükemmel” hicvine (“yavrum kendine gel, senden erkek olmaz!”) mukabelede bulunarak, ‘cevap hakkımı’ kullandım. Ne var ki yayınlamıyor. Bilmek istersiniz diye düşündüm!]

Ne kadar “duyargalısın”, bana şiir yazmışsın. Üstelik en beğendiğim üslup/tür: Genital taşlama (hiciv)! Şair Eşref ve Neyzen Tevfik’in ruhları şad olsun: Onlar yattıkça Allah sana kudret-i ferç ihsan eylesin! Çok etkilendim, nasıl teşekkür edeceğimi bil(e)miyorum. Ağzına “sığlık”… Ama tezahüratlara bakılırsa ödülünü zaten almışsın! Bu arada, yazar olduğunu ve kitap yazdığını iddia ettiğin için – yazdıklarını demeye dilim varmıyor – ifraz ettiklerinin tümünü okudum. Ne düşündüğümü bilmek ister misin? Ama ben yine de söyleyeceğim: “Genç Gravyer’in Acılarını” yaz(a)mayacağına göre en iyi olasılıkla, malulen tekaüdü alla Turca bir Melissa P. olabilirsin:“Yazmadan Önce 100 Rektal Tuşe” ya da “YusufÇük Erken Gelir”. O da iç tutarlı bir kurgu kotarabilmen koşuluyla – ki zor! En kötü olasılıysa düşünmek bile istemiyorum…

Aslında dudaklarının (labia majör/minör) arasından “sızan” köpek dişleri göz kamaştırıcı. Saldırganlığından etkilenmemek de olanaksız ama “kız” gibi ısırıyorsun! Her şeye karşın, Oscar’dan aşağısının maliyeti kurtarmayacağını bilsem de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ilk Türk kadın yazarı olmanı sağlayacak bir öneride bulunmak isterim: J. G. Ballard’ın, Foucault’nun ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı CİNSELLİĞİN TARİHİ’nin (Ayrıntı Yayınları, 1996) yazıl(a)mamış ciltlerinden biri olduğu varsayılabilecek ÇARPIŞMA’sını oku (Crash, Ayrıntı Yayınları/ Edebiyat Dizisi, 1997)… Seninle oyna(ş)mak güzel ama sıkıcı: Hoşça kal, hoş çakal!

Ekho…ekh…ek…e…!

POSTACI dedi ki...

İyi düşünmüşsün arkadaşım, bilgi iyi bir şeydir tabii de yararlanabilmek için birkaç şeyi daha çözmem gerek kafamda. Öncelikle eva kim? Gel istersen sakinleş, uzan şu koltuğa, anlat ben seni dinliyorum.